Kadın, erkek ilişkilerini bozan, yarım kalmış aşklar, eksikliği yüreğimizin bir köşesinde hissedilen yaşanmamışlıklar? Nedir bunun sebebi? Sevgisizlik mi, yoksa başka bir şey mi?
Neden partnerimize kalbimizin, ruhumuzun her yerini açamıyoruz? Neden bağlanma duygusu, bir savunmasızlık hissi doğuruyor?
Tüm bunların sebebi aslında korkularımız ve kaygılarımızdır. Bilinçdışında dile getirilemeyen pek çok korku ve kaygı tüketiyor ilişkileri. Ayrılmaktan ya da kaybetmekten korktuğu için bağlanmaktan korkmak, mutsuzluktan korktuğu için bağlanamamak. Bir şeyin varlığı ne kadar mutlu ediyorsa, yokluğu ya da yok olacağı olasılığı, o derecede korkutucu ve kaygı vericidir. Ayrılınca ya da kaybedince çekilecek acılar, bir çok insan için dayanılmazdır. Bu sebeple hep kendini geride tutar, duygularını saklar, ilişkiye kendini açamaz. Bağlanmaktan kaçmak yerine, acı ve hayatla baş etmeyi öğrenemedikçe kaçınılmazdır sizi ve partnerinizi mutlu etmeyen sığ ilişkiler.
Bağımlı karakter özellikleri, bağlanma korkusunu yaratmaktadır. Sorumluluk almaktan kaçınan, ayrıldıktan sonra acı çekerim korkusuyla geride duran ve ilişkilerinde tutuk davranan bireylerin bilinç dışlarında aciz duruma düşme, terk edilme, kişiliğinin ve benliğinin dağılma korkuları yatar.
Zayıflığı ve korkuyu kendine yediremeyen birey, ruh sağlığını korumak için bu tür eksikliklerini savunma mekanizmalarıyla bastırmak durumundadır. Bazıları bu korkularını partnerinin yetersizliğini öne sürerek ya da güvenilirliğini sorgulayarak yenme yoluna giderler. Partneri ne yaparsa yapsın, bir türlü hoşnut olmaz. İlişkiyi her an bitirecek havasındadır, fakat, o cesareti de gösteremez. Çünkü daha fazla beğendiği kişi karşısında da kendini yetersiz hissetmekte, aldatılmaktan, terk edilmekten ortada kalmaktan çekinmektedir. Bu kişiler daha çok kendinin isteyeceği değil, onu isteyen biriyle ilişki kurmayı tercih ederler. İlişkide bir ayağı dışarıdadır, partnerinde hep kusur bulur. Aslında temel sorun, partnerinin eksik ve kusuru değil, bağlanma korkusudur. Bu bireyler bağlanma korkularını yenip, aidiyet geliştirdiklerinde ise bağımlı hale gelir, o ilişkiden her şartta kopamazlar.
Bazıları ise karşı tarafın bağlanmasını engellemeye çalışarak, kendini savunma yolunu seçer. Partnerine değer verdiğini gösterecek davranışlardan kaçınır, ona ait olduğunu hissettirmek istemez. Zayıflıklarını ve zaaflarını kapamaya çalışır, ona hiçbir şekilde ihtiyacı yokmuş izlenimi vermeye çabalar. Tüm amacı, ilişkiye göründüğü kadar bağlı olmadığını hissettirmektir. Partnerin kırgınlıkları, rahatsızlıkları, beklentileri, ne düşündüğü onun için önemli değil gibidir. Karşı tarafın ilişkiye bağlanmaması gerektiğini sık sık dile getirir. Dilinde her an ayrılmak, boşanmak vardır. Çocuk yapmamak, yüzük takmaktan kaçınmak gibi tercihlerde bulunur. Partnerine yoğun duygular hissetmemektedir. Niyeti , kendince daha iyi birini bulduğunda kendini suçlu hissetmeden, sorumluluk almadan, özgürce ilişkiyi sonlandırmaktır. Altta yatan kaygı ve korkuları yüzünden, bencilliğini ne görür, ne de kabullenir. Bunun da temelinde kendine güvensizlik vardır. Bu kişiler ilişkiye bağlı değilmiş ya da partnerinin bağlanmasından rahatsız oluyormuş hissi uyandırdıklarından, karşıdaki de kendini değersiz ve yeterince sevilmemiş hisseder. Bu da karşılıklı bir kısır döngüye yol açarak ilişkiyi çıkmaza sokar.
Bazıları da yoğun bir duygu ve paylaşım duymamakla birlikte, ilişkiye çok bağlı ya da çok seviyor havası verirler. Burada da derinde bir bağlanma korkusu söz konusudur. Birey karşı tarafa yoğun duygular hissettirerek onun sevgisini kazanmak, onu kendine bağlamak amacındadır. Sevgi ve bağlılığı elde ettiğinde ise eski yoğun duyguları kaybolacaktır. Artık bağlılığını göstermek onun için bir zayıflıktır. Aslında, bilinç dışında kendini koruma güdüsü vardır. Birey bağlandığı karşı tarafça anlaşıldığında, bunun kötüye kullanılacağını düşünmektedir. Onlar için bağlanmak çok zor ve kişiyi savunmasız bırakacak bir eylemdir. Bağlanma korkusu hiç yokmuş gibi görünen, başlangıçta özverili ve yoğun duygusal aktarımlı davranan birey, karşı taraf ilişkiye bağlandıktan sonra birden geri çekilecektir. Bunlar kişilerin mutlaka kötü niyetli olduklarından değil, duygularını anlamamaları ve karşı tarafla paylaşamamalarından olmaktadır.
Bağlanma korkusunun temellerinde terk edilme korkusu, acı çekme korkusu ve anlaşılamama korkuları yatmaktadır. Terk edilme ve acı çekme korkuları, çoğu kez çocukluktaki aile ilişkilerinden, özellikle de anneyle yaşanan olumsuz deneyimlerden kaynaklanır. İhtiyaç hissettiği bir dönemde annesinden ayrılmak zorunda kalan, yeterli ilgi, sevgi ve şefkatin olmadığı güvensiz ortamlarda yetişen çocuklar acı veren durumları tekrar tekrar yaşamamak için bağlanmaktan uzak durarak, kendilerini savunmaya alırlar. İlişkilerindeki benmerkezci yaklaşımda, hep bu vardır. Duygularını saklama ya da abartılı duygudurumlar ve kıskançlık gösterileri korku ve güven eksikliğine dayanmaktadır. Sonuçta yoğun paylaşımlı ilişkilerden kaçınan, ilişkilerde geride duran, güvenmekte zorlanan bireyler, hayattan haz alamamakta, karşı tarafın da kendini değersiz hissetmesine sebep olarak çıkmaz bir ilişki sarmalına girmektedir.
Bağlanma korkusu bazen özgürlüğünü yitirme ve bir daha ayrılamama korkularından da kaynaklanır. Sorumluluktan kaçınan bu kişiler bağımlı karakterdedirler. Bağımlı bireyler reddedilme, terk edilme korkuları yüzünden ilişkiyle ilgili risk almak istemezler. İlgilerini çekmedikleri halde, kendilerini isteyen ve kendileriyle ilgilenen partnerleri tercih ederek, kolay yolu seçerler. Eşit ilişki onlar için söz konusu değildir. Duygu yoğunluğu olmayan ilişki de kısa sürede çıkmaza girmeye mahkumdur. Gerçek duygularını ifade ettiğinde partnerinin kırılıp gücenerek terk etmesinden korkan birey, hem suçluluk hissetmekte hem de mutsuz bir ilişki sürdürmektedir. Partnerini ne kadar kendinden eksik, zayıf, güçsüz bulsa da, ona bağımlıdır. Bunu kendine dahi itiraf edemez. Bahanesi karşı tarafı kırma korkusu, onu incitmeme arzusudur. Oysa derinlerdeki kaybetme duygusunun verdiği bağımlılık ve zayıflığının kurbanıdır.
İlişkide daima güçlü taraf olma isteğinden kaynaklanan, ilişki içinde zayıf düşme korkusu erkeklerde bağlanma korkusunun temel görünümüdür. Erkekler bu korkuyla ilişkiye bağlı olmayı, bağımlı olma olarak algılama eğilimindedirler. Bundan dolayı, duygularını sözle değil, davranışlarla ifade etmeyi, hediye alma, hatırlama gibi eylemleri yadsımayı tercih ederler. Korkularını, kaygılarını, kıskançlıklarını konuşmak, paylaşmak yerine kurallar koyarak yasaklar getirerek, emirler vererek gidermeyi seçerler. Bir kadına bağlandıklarında artık adam yerine konmayacak, kendilerine saygı duyulmayacak ve önemsenmeyeceklerdir. Bağlanmaktan korkan bazı erkekler ise bir kadını elde ederek kendilerine olan güvenlerini tamamlamakta, sonra da ilişkiden kaçış aramaktadırlar. Bunun da altındaki temel unsur özgüven eksikliğidir.
Kadınlarda ise bağlandıklarında kullanılacakları korkusu çoğu kez bağlanma korkusunu doğurmaktadır. Bağlandığını belli eden kadına erkek hassasiyet göstermeyecek, onu daha az sevecek, onu kısıtlayacak ve yasaklar getirecektir. Bu korku sebebiyle bir çok kadın, ilişkisini hissettiği gibi yaşayamamakta, kendini ketlemektedir. Böyle kadınlar sorumluluk almaktan kaçınarak ilişkiyi erkeğin sırtına yüklemektedirler.
Tüm bu korkular, ilişkileri gerçek bir paylaşımdan, benmerkezci bir yaklaşıma döndürmekte, bu davranışlar da karşı tarafta değersizlik, umursanmazlık, önemsenmeme duyguları yaratmakta, sevilmiyormuş hissi vererek huzur ve mutluluğu bozmaktadır.
Bağlanma korkusu olan kişiler aynı zamanda bağımlı kişilik özelliklerine sahiptir. İlişklerinde bencillik hakimdir. Buna rağmen karşı tarafı kıran, üzen, rahatsız eden davranışlarını onu sevdiği için yaptığı mazeretine sığınır. Bencillik ve değerbilmezlik karşısında yıpranan partner, bir sonraki aşamada hissettiği duygularla da yargılanır. Kendini değersiz, önemsiz, sevilmeyen olarak algılayan partner, bu duyguları hissettiği için suçlanır, sorunlu ilan edilir. Böylelikle sorunlar ikiye katlanır.
Bağımlı kişilerin gösterip, söyleyebildiği duygular, hissettiklerinden daha azdır. Bu duygular uzun süre karşı tarafı çok sevmesi, onu kırmak istememesi veya çok önem vermesi gibi nedenlerle baskılanır. Bu baskılanma bazen abartılı ve dengesiz tepkiler veya öfke patlamalarıyla ortaya çıkarken, bazen de kişi tamamen kendi iç dünyasına kapanır ve partnerini belirsizliğe iter.
Yaşadığınız ilişkide ayrılmak düşüncesi boğulacak kadar sizi rahatsız ediyorsa, onsuz yaşayamayacak gibi hissediyorsanız, sevilmediğiniz ve değer görmediğiniz halde onu sevdiğinizi söylüyor, sıkıntıları defalarca yaşayıp son anda ayrılıklardan geri dönüyorsanız, o ilişkiye bağımlısınızdır.
Gerçek bağlanmada ise hayat ayrı bir anlam kazanacaktır. Birileri için anlamlı, değerli ve önemli bulunmak iç huzurun sağlanmasında, yaşadığımızı ve var olduğumuzu hissetmede çok önemlidir. Duygu ve düşüncelerimiz bağlanmalarımız sayesinde olgunlaşacak ve tüm yönleriyle açığa çıkacaktır. Acı, üzüntü, sabır, kırgınlık, nefret, hırs, intikam, öfke, sevgi, aşk, tutku, kendine güven, karşıdakine güven gibi pek çok duygunun tüm hisleri bu sayede görülecek, birey ruhsal varlığının farkına varacaktır.
Bağlanma korkusu olan bireylerin gerçek bağlanmalar yaşayamamaları hayatı anlamlı ve mutlu bir şekilde yaşamalarını önlemekte, psikolojik belirtilere yol açmakta, zaman zaman da artan çaresizlik ve mutsuzluk duygularıyla daha ağır psikiyatrik hastalıklara doğru ilerlemektedir. Yerine göre ilaç tedavisiyle desteklenen psikoterapi çalışmaları gerekir. Ağırlaşan bulguların olduğu durumlarda başlangıçta mutlaka uygun medikal tedavisi yapılmalıdır. Ancak kişi hazır hale geldiğinde, çerçevesi belirlenmiş dinamik psikoterapi çalışmaları bağlanma döngüsünün yeniden ortaya konmasına olanak verir ve böylece ayrışma bireyleşme tamamlanır, bağlanma korkuları aşılarak sağlıklı bağlanma ve bağlılıklar yaşanmaya başlar.
Herkesin gerçek bağlanma ve bağlılıklar yaşayacağı ilişkiler dileğimizle!…