Art Deco stilinde zengin işlemeler, dökümlü kombinezon elbiseler, etek uçlarında uçuşan püsküller, metalik renklerdeki ipliklerden kumaş şeritler, sıra sıra boncuklardan oluşan süslemeler, derin “V” dekolte…
2024 İlkbahar/Yaz koleksiyonları barındırdığı tüm bu detaylarla, Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği 1918 yılından 1929’daki Büyük Buhran’a kadar olan hedonist dönemi tanımlayan Caz Çağı’na selam veriyor. Cazın baştan çıkarıcı ezgilerinin, Art Deco’nun çarpıcı dekoratif motiflerinin ve uçarı flapper’ların tanımladığı bu şaşaalı dönemin bunalımlı hayatlarımız için zengin bir ilham kaynağı olması tabii ki şaşırtıcı değil. Cazibesi yüksek flapper stilinin Prada, Bottega Veneta, Attico, Jil Sander, Erdem ve Giorgio Armani gibi markaların sezon koleksiyonlarındaki yansımaları, Caz Çağı’nın en sansasyonel çifti Fitzgerald’lardan “Amerika’nın ilk flapper’ı” olarak anılan Zelda için kuşkusuz mükemmel seçimler olurdu.
Paul & Joe 2024 İlkbahar/Yaz
Peki, kimdir flapper? 1920’ler, kanlı bir savaşın sona erişinin yarattığı optimist bakış açısının yanı sıra otuz yaşını geçmiş Britanyalı ve Amerikalı kadınlara tanınan oy verme hakkıyla da oldukça önemli gelişmelerin önünü açmıştır. Erkeklerini savaşta kaybeden kadınlar, evlerini geçindirmek için çalışmaya, kamusal hayatta daha aktif ve dolayısıyla daha fazla görünür olmaya başlamıştı. Kendi parasını kazanan bu kadınlar sigara içiyor, hızlı bir şekilde araba sürüyor ve inanır mısınız (!) tek başlarına eğlenmeye çıkıyordu. İşte böyle bir dönemde “Çalışan genç kadınlarlaya da tek başlarına partilere giden elitlerle özdeşleşen aykırı kızlar ( flappers), tanınmaya başladıkça -isimlerini bağlamadıkları çizmelerinin sallanan dillerinden ( flap) aldıkları söylenir- Caz Çağı’nı temsil eden değişen kadın kimliğini simgeler oldular. Bu kızlar, hanımefendice davranış kurallarını reddediyor ve Birinci Dünya Savaşı sonrası sosyal değişimlere işaret ediyordu.” Modanın Tüm Öyküsü isimli kitapta Dr. Philippa Woodcock flapper tanımını bu şekilde yaparken flapper stilinin formunu da açıklıyor: “Bedenlerin hız çağına ayak uydurabilmesi gerekiyordu; kadın silueti, düz göğüslü, androjen ‘flapper’ görünümüne büründü.” Ne de olsa kendinizi müziğin ritmine kaptırmış Çarliston stilinde dans ederken insan anatomisinin yaradılışına karşı mücadele veren korse tarafından baskılanmak ve sağa sola savrulan hacimli saçlarınız yüzünden görüş açınız kapansın istemezsiniz. Gecelik benzeri kombinezon elbiselerin ve kısa küt saçların ne kadar da müthiş bir hareket özgürlüğü sağladığı keşfedildi ve saçlar küt kesimle kısaltılırken elbiselerin bel çizgisi kalça hizasına kadar indirildi. Bu yepyeni siluetin erojen bölgesi derin “V” dekolte ile sergilenen sırt bölgesiydi.
Caz Çağı, Zelda’nın kocası F. Scott Fitzgerald’ın edebiyatıyla literatürdeki yerini almış ve karmaşık ilişkileri her ikisini de usulca tükettiğinde bu görkemli dönem de sona ermiştir. Scott’ın eserlerinde Zelda’nın günlüklerinden parçaları kullanarak intihal yaptığı; yazı yazan, resim ve bale yapan bu son derece yetenekli aykırı kadının hep arka planda kalmasına neden olan kıskanç bir koca olduğu ileri sürülmüştür. Zelda ise hiçbir zaman hiçbir yeteneğine tam olarak odaklanamamış ve “hanımefendice davranış kurallarını reddeden” asi yapısı nedeniyle kocasının yazar Ernest Hemingway gibi isimlerden oluşan entelektüel çevresi tarafından günah keçisi ilan edilmiştir. F. Scott Fitzgerald, alkol sorunları eşliğinde gözden düşmüş bir yazar olarak daha fazla para kazanmak için Hollywood’a taşınır ve kalp krizinden ölür. Zelda ise zayıf sinirleri nedeniyle çoktan akıl hastanesine kapatılmıştır ve burada çıkan bir yangında maalesef hayatını kaybeder. Onların bu trajik sonları, her ne kadar yaşadıkları dönemi düşünceleri, hareketleri ve stilleriyle belirleseler de yine de o döneme göre ayrıksı kalmalarının sonucu olduğunu düşündürür. Zelda, bugün hâlâ müthiş bir ilham kaynağı. Yaşadığı dönemde ilk flapper olarak tanımlanır evet, ancak yine de Hemingway bunda övünülecek bir durum görmez ve onu aşırılıkla itham eder. Dönemin bu türden çelişkili durumlarını F. Scott Fitzgerald, 1925 yılında yayımlanan Muhteşem Gatsby kitabında roman kahramanı ve anlatıcı Nick Carraway ağzından şöyle yazar: “…yaşamın durmak bilmez çeşitliliği karşısında hem büyüleniyordum hem de tiksiniyordum.”