Kadın vatandır, memlekettir… Ana kucağıdır hayat veren, can veren ülkenin aydınlığıdır. Kadınları mutsuz olan toplumlar mutlu olamazlar.


Tarihi değiştiren kadınların bazıları…

Duygu Asena 

Türkiye feminist kadınlarının öncüsü. İlk yazısı 1972’de Hürriyet gazetesinde “şirin” imzasıyla yayımlandı.

“Kadınca”, “Onyedi”, “Ev Kadını”, “Bella”, “Kim”, “Negatif” dergilerini yönetti. Milliyet Cumhuriyeti Habertürk ve Vatan gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.

İlk kitabı “Kadının Adı Yok” 1988’de müstehcen bulunarak yasaklandı, beraat etti. Atıf Yılmaz kitabı filme çekti. Hep çok satanlar listesine sekiz kitap yazdı, çok sayıda ödül aldı.

İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini Kadıköy Özel Kız Koleji’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Pedagoji mezunu.

Şirin Tekeli

Feminist yazar ve çevirmen.

Lise öğrenimini Ankara Kız Lisesi’nde tamamladı. 1961-1963 arasında Paris’te Fransızca öğrendi ve hukuk fakültesine başladı, daha sonra İsviçre’de Lozan Üniversitesi’ne geçti. Siyaset Bilimi Anabilim Dalında öğrenim gördü. 1968-1981 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistanlık öğretim üyeliği yaptı.

Doçentlik tezi kadınların siyasete katılımı üzerine karşılaştırmalı bir araştırma olan Tekeli’nin araştırması, 1982’de Birikim Yayınları tarafından basıldı (Kadınlar ve Siyasal-Toplumsal Hayat, Birikim, İstanbul). 1981’de YÖK’ün yürürlüğe girmesi üzerine üniversiteden istifa etti ve bir daha dönmedi. Feminist hareketin içindeydi, Medeni Kanun değişikliği için “Dilekçe kampanyası”(1984), Dayağa karşı protesto yürüyüşü (1987), Kariye Şenliği’ne (1987) katıldı. 1989’da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın kuruluş çalışmalarını başlattı.

1996 yılına kadar Kütüphane’de gönüllü olarak çalıştı. 1988’de Kadınlar İçin adlı makaleler derlemesini (Alan, İstanbul), 1990’da Meryem Koray ile birlikte yazdığı Kadınlarla İlgili Eşitlik Politikaları kitabını (TÜSES, İstanbul) yayımlandı. Aynı yıl, Kadın Bakış Açısından Türkiye’de Kadınlar (İletişim, İstanbul) kitabını derledi. Bu kitap, 1995 ve 2010 yıllarında yeniden basıldı ve Almanca (1991) ve İngilizce (1995) baskıları da yapıldı. 1997 yılında KA-DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği), Anakültür Kooperatifi ve Winpeace -Türk ve Yunan Kadınları Barış Girişimi’nin oluşumunda kurucu olarak yer aldı.

Üniversiteden ayrıldıktan sonra çeviriler yaptı. 2011 yılına kadar, Fransızca ve İngilizce’den çoğu kadınlar ve demokrasi ile ilgili 25 kitap çevirdi; (Andrée Michel, Feminizm, Kadın Çevresi, 1984; Elisabeth Badinter, Biri Ötekidir, Afa, 1992; Halide Messaudi, Cezayir’de Kadın Olmak, Metis, 1996; Diane Scully (L. Aytek ile birlikte), Tecavüz, Metis, 1994; Germaine Tillion (N. Sirman ile birlikte), Harem ve Kuzenler, Metis 2006; Semih Vaner (der.), Yirmibirinci Yüzyıl Başında Türkiye, Kitapyayınevi 2009; Dejanirah Couto (der.), Harp ve Sulh Avrupa ve Osmanlılar, Kitapyayınevi, 2010 vb.)

Son kitabı: “Feminizmi Düşünmek” Şirin Tekeli’nin yayınlanan son kitabının adı “Feminizmi Düşünmek” idi (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları-2017). Tekeli, bu kitabı yazma amacını şöyle aktarmıştı: “… neredeyse kırk yıllık bir döneme tanıklık etmek istedim. Tarihe meraklı genç okurların ilgisini çekebilir diye düşünüyorum. Bu umutla hepinize ‘eleştirel’ gözle okumalar yapmanızı öneriyor; kadınların kaderini değiştirmekte bana göre tek güç olan feminizmle dostça bir ilişki kuracağınızı umuyorum.”

28 Şubat 1944’de doğdu, 13 Haziran 2017’de Bodrum’da yaşamını kaybetti.

Rose Luxemrug

Genç yaşlarında sosyalizmle tanıştı ve dönemin solcu gruplarında yer aldı. Daha 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. 1889’da Zürih Üniversitesi’ne girdi. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi ve matematik öğrenimi gördü, hayatında büyük etki bırakacak isimlerle tanıştı.

1890’de Bismarck’ın sosyal demokrasiyi yasaklayan kanunun lağvedilmesi ardından, sosyalist parlamentoya girdi. Parlamentoya giriş, dönemin sosyal demokratlarının devrimci uçtan uzaklaşmasına ve parlamentoda daha etkin olabilmek için çalışmasına neden oldu. 

Bu, Rosa Luxemburg’un da dahil olduğu devrimci görüş çizgisindekileri rahatsız etmekteydi. Bu sırada Zürih’te öğrenim görmeye devam eden Rosa 1898 yılında doktorasını tamamladı. Özgür bir Polonya için çalışmalarına devam etse de, onun kafasındaki tabloda Almanya, Avusturya ve Rusya’da devrim gerçekleştiği taktirde Polonya özgür olabilirdi. Bu tablo milliyetçi bir çizgi çizen Polonyalı sosyalist grupların ve Polonya Sosyalist Partisi’nin ondan daha da uzaklaşmasına neden oldu. Daha sonra bu görüşleri Rus sosyalist çevrelerle de ilişkisinin bozulmasına yol açacaktı.

Savaşın başlamasıyla esen milliyetçi rüzgar SPD’nin de milliyetçi eğilime yönelmesine neden oldu, ki bu Luxemburg’un fikirleri ile tamamen tezatlık oluşturuyordu bu sebeple partiyle olan tüm ilişkisini kesti. 5 Ağustos 1914’de Karl Liebknecht ile beraber Internationale grubunu kurdu. 1 Ocak 1916’da grubun adı Spartaküs Birliği (Spartakistler – Almanca Spartakusbund) oldu. Grubun devlete karşıt tutumu yüzünden 28 Haziran 1916’da Luxemburg hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçirdiği yıllarda birçok makale kaleme aldı. Özellikle Rus devrimi üzerine yazdıkları ve Bolşeviklere getirdiği eleştiriler çarpıcıdır.

1918 Kasım’ında Luxemburg hapisten çıktı. Faaliyetlerine devam etti ve Liebknecht ile birlikte Alman Komünist Parti’sini kurdu. 15 Ocak 1919’da Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck, Freikorps tarafından tutuklandılar, Pieck kaçmayı başarırken Luxemburg ile Liebknecht yedikleri darbelerle bilinçlerini kaybettiler. Aynı gün, Luxemburg ölene kadar dövülmüş ve ölü vücudu nehre atılmış, Liebknecht de başından yediği kurşunlarla öldürülmüştü.

Leyla Bedirxan

Leyla Behirxan nam-ı diğer “Kürt prensesi” -1903’te kimi kaynaklarda 1908 diye de geçer- İstanbul’da dünyaya geldi. 

Henriette Hornik Bedirxan isimli Yahudi bir anne ile Abdürrezak Bedirxan isimli Kürt bir babadan doğdu. Küçük yaşta ailesinin maruz kaldığı zorunlu göç nedeniyle Mısır’a gitti. 

Avrupa’da Leila Bederkhan ismini kullandı, dansa ilk olarak bale eğitimi alarak başladı. İlk olarak 1925 yılında Viyana Operası’nda sahneye çıktı. 

Bilinen ilk Kürt kadın modern dansçı ve balerindir. Keografisi Léonide Massine’ye ait, Ottorino Respighi’nin Belkis, Regina di Saba (Saba Melikesi Belkıs) balesinde, Belkıs rolünde dans eder.

Belkıs’a hayat verdiği Saba Melikesi Belkız balesi, döneminin en başarılı ve iddialı bale gösterileri arasında yer alır.

Dünya basınının ‘Kürt prensesi’ diye nitelendirdiği Leyla, 26 Aralık 1986’da Fransa’nın Montauban kentinde yaşamını yitirdi. 

Milena Jesenska

Onu Franz Kafka’nın sevgilisi olarak değil, en çok da yaşamıyla, öfkeleriyle ve amansız mücadelesiyle tanımalıyız: Milena Jesenska.

Ona yapılan en büyük haksızlık belki de sadece Franz Kafka’nın sevgilisi olarak anımsanması oldu. 

Milena Jesenska hem ailesine hem de dünyanın adaletsizliğine karşı verdiği amansız öfke ve mücadelesiyle tanınmalı. 

Bunun yanında da gazeteci, yazar ve çevirmen olarak imza attığı eserlerle tabii.

10 Ağustos 1896’da Prag’da aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmişti Milena Jesenska.

Ancak babasının, ailesinin ve ailesinin içinde bulunduğu sınıfın yaşamını ve tüm kurallarını reddetti. Hatta reddetmekle de kalmayıp o sınıf tüm değerleriyle amansız bir savaş verdi ömrü boyunca.

Genç yaşında önce bir Yahudi-Alman’a aşık olarak babasını karşısına aldı ama tutkularından vazgeçmedi. Babası onu hastaneye kapattı ancak öfkesi babasıyla tüm bağını koparmadan dinmeyecekti. Kopardı bağlarını ancak bu kez de elitler sınıfına karşı öfkesi dinmiyordu.

Babasıyla bağlarını kestiği için yaşadığı ekonomik sıkıntının üstesinden emeğiyle geldi tabii ki; çeviriler yapmaya başladı.

Kafka’yla olan tutuklu ilişkisi de böylece başladı. Kendisi de Çek olan Kafka’nın, orijinali Almanca olan hikâyelerinin çevirilerini yaparken ona karşı bir bağlılık hissetmeye başladı, Kafka da çevirilerdeki ustalık ve içtenlikten etkileniyordu. Fırtınalı aşkları böyle başlamıştı.

Milena bir yandan çevirmenlik yaparken bir yandan da yeraltından çıkardıkları bir gazetede yazılar yazıyordu. Sosyalist mücadelesi onu “arananlar” listesinin eksiksiz ismi haline getirmişti.

Milena yine savaşmayı tercih ediyordu, polis aramalarından, baskılarından kaçmıyordu. Naziler tarafından yakalanıp bir toplama kampına götürüldüğünde de asalet ve dirayetle karşılık verdi. 
17 Mayıs 1944’te Milena Ravensbrück Nazi kampının ağır koşullarına dayanamayarak böbrek yetmezliğinden yaşamını yitirdi. 


İngiltere’de oy hakkı için mücadele eden kadınlar

İngiltere’de kadınların oy hakkı mücadeleleri 1900 yıllarına dayanıyor.  O dönemde mücadele eden kadınlara karşı büyük linç girişimleri oldu.  

Christabel Pankhurst ve Annie Kenney kadınlara oy hakkı verecek misiniz diye bağırdıkları için 1905’de hapse atıldı. 

1918’de bir kanunla 30 yaşının üzerindeki ve bazı gereklilikleri yerine getiren bütün İngiltere ve sömürgelerinde kadınlara oy hakkı tanınır. Ancak sadece 8.4 milyon kadın oy kullanabildi. 1928’de tamamen eşit oy hakkı tanındı. 

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir